Vurulmuştun, yatıyordun boylu boyunca… Kanın akmıştı kaldırıma.

Daha dün gibi, elimizi uzatsak yüreklerimizi yangın yerine çeviren o acıya dokunacağız sanki. Kimimiz haber ajanslarından öğrendik sonsuzluğa kanat vurduğunu, kimimiz, bir dostun titreyen sesinden, Hrant’ı vurmuşlar...
Daha dün gibi, vurulmuştun, yatıyordun boylu boyunca… Kanın akmıştı kaldırıma.
Katlinden sorumlu olanlar kendilerine has bir pişkinlikle taziye üstüne taziye bildiriyorlardı. Sanki ölümünden sorumlu olan “iyi çocuklar”ın ağabeyleri onlar değilmiş gibi…
Bebeklerden, katiller yaratan karanlığa kalemi ile kan taşıyanlar, mahkeme koridorlarında bir kez bile yanında olmayanlar ne kadar üzgün olduklarını söylüyorlardı. Yazdığın yazıları o güne kadar ihanet belgesi olarak ifşa edenler, o gün aynı yazıları ne kadar sağduyulu bir kanaat önderi olduğunu ispat etmek için kullanıyorlardı...

En çokta kendini ürkek bir güvercine benzettiğin o yazı…
“İnsanı güvercin ürkekliğine hapsetmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz ey Bakanlar..? Bilir misiniz..?
Siz, hiç mi güvercin izlemezsiniz?”
“Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.”
Kardeşimiz, dilini bilmediğimiz, dilinde kardeşim diyemediğimiz!
Hrant!
Serçenin eti için öldürüldüğü bu dünyada, güvercinlere seninle aynı anlamı yükleyenler, eşi benzeri görülmemiş bir kalabalıkla uğurladılar seni sonsuzluğa…
Vicdanlarımız sel olup aktı…
Farklı ulus ve milliyetlerden yüz binlerce insan, yüksek sesle Ermeni olduğunu söyledi o gün… Ötekileştirilen, yok sayılan ulusların ve azınlıkların dilleriyle uğurlandın sonsuzluğa.
Bir yıl oldu sen sonsuzluğa kanat vuralı.
Ama daha dün gibi… Bütün Gazete ve televizyonlarda aynı kare, Vurulmuştun, yatıyordun boylu boyunca… Üzerini gazetelerle örtmüşlerdi.

O fotoğraf acımızı sıcak tutacak bir ömür, bir ömür aynı şiddetle duyacağız o acıyı ve aynı utançla sarsılacak tarih.
Bir yıl oldu sen sonsuzluğa kanat vuralı.
Seni, sana yaraşır bir merasimle sonsuzluğa uğurlayanlar, aramızdan ayrılışının yıldönümünde de aynı duygularla bir araya geldiler.
Oradaydık…

Düştüğün o yerde…
Yine on binlerceydik…
Karanlığın göğsüne saplanan on binlerce ışık huzmesiydik…
Oradaydık…
Bir yıl önce cansız bedenin yattığı, kanın aktığı o kaldırımda, Agos’un hemen önünde!
Binlerce yürek sana geldik…
Ermenice geldik sana, Kürtçe geldik…
İnkâr edilenlerin yüreğinde ki yalnızlığın acısıyla geldik…
İnkâr edenlerin inkârcılığını, bir utanç olarak görenlerin dayanışma duygularıyla geldik.
On binlerceydik… Adalet için, Senin için oradaydık!
Bir yıl oldu seni sonsuzluğa uğurlayalı hiç eksilmedi özlemin, ama seni en çok özleyen sevgilindi kuşkusuz…

İçimiz parçalandı her sözcüğünde, özleminin altında ezildi yüreklerimiz…
Bir yılın bütün özlemi döküldü Rakel’in dudaklarından.
" Diyorlar ki '301'den kim hapse girmiş' ben de diyorum ki keşke çutagımı yaşatsalardı da hapiste olsaydı, çünkü yaşatsalardı bugün gerçekten 301'den hapisteki üçüncü ayı olacaktı"
"Daha kimler bıçaklandı, kaçırıldı ve daha kaç ölüm… sayısı yok. Elbette acılı yüreklerin de sayısı yok. Ama kimler cesaret bulacak da onun dediği gibi terörün gücü ve gücün terörüne karşı gelecek. Kimler karşı gelecekler"
"Ne demişti eşim hayattayken 'Önce gelin şu lirik yalnızlığımızı paylaşalım başta! Beni gömmeye değil yaşatmaya gelişinizin ilk töreni olacak bu. Bırakın ağlaşmayı… Yoklayın yüreklerinizi… Aranızdan ayrıldığını sandığınız yürek çırpıntılarımı orada duymuyor musunuz?' Bir yıl sonra onu yaşamak için yine buradayız. Burada, yani onun kanını suyla sabunla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım bu şekilde temizlenebilir mi, unutturulabilir mi, üstü örtülebilir mi kardeşlerim? Bu ancak ve ancak vicdanların oynamasıyla, kanları dökenlerin pişmanlık ve ikrar ve af dilemeleriyle mümkün olabilir. Yoksa Kelamdaki Habil'in kanının susmadığı gibi, dökülen hiçbir kan ve bu kaldırıma dökülen kan susmayacaktır. O kan bir yıldır hiç susmadı kardeşlerim. Çünkü kanın sesi ancak adaletle susar. İşte bugün sizler de adalet için buradasınız. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor."

“Geçen bir yıl içinde adalet adına ne gördük? Katilimizin eline ülkenin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı? Sadece görüntüleri basına verenlere dava açtı. Stadyumlarda hepimiz Ogün'üz diye bağıranlara, katlinden sonra onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti? Telefonda "tek farklılık kaçmayacaktı ama bu kaçtı" diyen ve kimin öldüreceğini bilen emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti? Daha katil yakalanmadan silahın markasına kadar bilen jandarmalara ne yaptı ülkemin adaleti? Cinayet planları yapılan ocaklara ne yaptı ülkemin adaleti? Eşime haddini bildirmeye çalışan vali yardımcısı ve sözde yakınlarına ne yaptı ülkemin adaleti?"
Kanının döküldüğü kaldırıma gözyaşlarımız karışırken adalet istiyordu Rakel ve hepimiz adına soruyordu bütün sorularını…
Oradaydık… Vurulduğun, kanın aktığı o kaldırımın üzerinde, Agos’un önünde… Binlerce karanfil vardı, düştüğün o yerde. Binlerce karanfil adalet için kokuyordu. Kardeşlik için barış için! Düştüğün gün orada olanlar bugün yine yanındaydılar…
Ve Ahmed Arif sanki bu an için yazmıştı, o çokça içlenerek okuduğumuz dizelerini. ” Seni, anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara.”
Oral Çalışlar seni anlattı, sensizliğe alışmanın mümkün olmadığını söyledi ve senin kurulu düzeni yerinden oynatabilecek, haksızlığa başkaldıran, eşitlik isteyen, hafızaları tazeleyen bir ses olduğunu anımsattı. Anadolu'nun seslerini yeniden tazelemek istediğini söyledi. O kadar doğruydu ki senin için söyledikleri "Suskun bir toplumun konuşan çocuğuydun sen, Ermenilerin Süryanilerin yeniden fark edilmesini sağlayan."
Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Alevi, Süryani, Laz, Çerkez herkesin temsilcisiydin. bize çok sesli, çok kültürlü bir ülke ideali, farklılıklarıyla zenginlikleriyle bir Türkiye ütopyası bıraktığını anlattı ve sensiz hep bir eksik olacağımızı söyledi…
Hrant Kardeşimiz!
Sensiz bir eksiğiz ve yokluğunun üzerini örtecek hiç bir şey yok, özlemin hep içimizde. Yol arkadaşlarının kaleme aldığı mektubun altına seni seven herkes yürekleriyle imza atıyor.

“Biz bu yıldönümünü her gün yaptık... Kapımızı
kapayıp odamıza çekildiğimizde yüz yüze baktık.
Ne hissettiğini, düşündüğünü, istediğini anlamaya
çalıştık. Kendimizle baş başa iken gerçekte seninle
birlikte olduk.

Gidişinin yıldönümünü deniyor ama seni gitmiş gibi
düşünemedik ki hiç...

Kendimizi canlı, seni cansız sayamadık. Seni
canlı tutabilmek için kendimizi cansızlaştırmak
bile istedik.

Meğerse seni canlı tutmakmış canlı kalmanın
sırrı...

Duvar panosunda basit bir ses olmak bile yetti,
nasıl olsa gözün bizi arar bulur diye. Bir taraftan
da içimiz kıpırdadı, acaba gördü mü, duydu mu,
beğendi mi diye...

‘Beğenme bizde sevgisiz olmaz” demiştin
buradaki halinle. Biz de zaten sevgiyi özlediğimiz
için beğenmeni istedik.

Sen üzerimizde kalıcı bir gölge olurken, aslında
bir gölgeler panosunda sıramızı doldurmakta
olduğumuzu, asıl gerçek olanın sen olduğunu da
fark ettik.

Ve bu bize iyi geldi...

O nedenle belki gidişinin yıldönümünü de tam
olarak kavrayamıyoruz.

Galiba giden bizdik ve artık yanına dönmek
istiyoruz.”
Söz olsun kardeşimiz!
Söz olsun susan bir toplumun çığlığı olan güvercinimiz!
Özlemini eksiltmeden ama özleminin güncesine yılgınlığı düşürmeden, acını içimizde sıcak tutarak ama acıya teslim olmadan, senin için, adalet için kardeşlik ve barış için katillerinin peşini bırakmayacağız!

0 yorum: