Dağları yazmak istiyorum kadın

Dağları yazmak istiyorum kadın
Göğsünde tüfek gürültüsü,
Gül yüzlü çocukları yurdumun...
Senin dilin yok
Senin ülken olmadı...
Sağrısında yeryüzünün
Yüzün kadar sert geçti tarihin
Bir bıçağın sırtında yaşadın
Ateştin,
Önce kendini yaktın!

Dağları yazmak istiyorum kadın
Sen söyledikçe sözünü
İçimde dilsiz bir aşkıya
Hırçın ve kavgacı!
Öfkem küllerinde arıyor kavını,
Seninle beraber yanacağım!
Giderken sen, bin parçaydım
Her parçamda bir küfür!
Küfrümü günlere böldüm!
Terbiyeden yoksun bir gecekondu delikanlısıyım!

Dağları yazmak istiyorum kadın,
Mahpus babamı, ekmeksiz çocukluğumu!
Naylon pabuçlarla büyüdüm
Annem el kapısında hizmetçi!
Unutmadım aç uyuduğum geceleri
Şimdi şiirim incelmiyorsa
Ve hoyratsa dilim hala
Bilmiyorsam "kendimin değerini"
Benim arkamda bıraktığım yoksulluk bir başka çocuğun çocukluğunu yediği içindir!

Dağları yazmak istiyorum kadın
Senin korktuğun adımlarım,
Asfalta yabancı, taşa ve toprağa kardeş!
Geçtiğim yerlerde ayak izim
İzini bırakıyorum geçmişimin!
Dağların mührünü basıyorum kentlerin yüzüne,
Memelerinde bir işçinin diş izleri
Gün gelecek benim türkülerimi söyleyecek bu şehir!

Sordun; Söyledim…

Sordun;
Söyledim…
Şiir bu !
Kah hasrettir mürekkebi
Kah vuslat!
Sordun
Söyledim…
Çok zaman geçti
Gülleri unuttum
Unuttum Erzincan yolunu
Ne bir koy buldum kendime, ne de bir koyun!
Önümde günlerin tortusu
Ölüleri sevdim,
Kavrulmuş şakaklarında kurşun deliği!
Kan kokuyor coğrafyam,
Kussam miden bulanır!
Sordun;
Söyledim…
Çoğalmadığım doğrudur!
Ama eksilmedim hiç!
Büyüttüm sevdamı
Sevdamı kirletmedim…
Göğsümde, tam kalbimin üstünde
Onurla taşıdım türkümü!
Sordun;
Söyledim...
Parmaklarımda inci bir sızı
Üstüne koydum şiirimin!
Kaç hece, kaç harf eskide
Eskide kalanlara ağlamadım!
Daha gün daha gece
Ne güne sözüm bitti, ne geceye!
Görmediğin
Belki hiç görmeyeceğin,
Ehlilleşmedi bir yarım,
Ben hala dağlara yangınım!

Kaç soluk evveldi kaç şiir önce

Sesini özledim de geldim
Kokun da burada işte!
Bir kötü ressam çizmiş duvarlara,
Pencereden baksan bir kötü manzara..!
Bildiğin barınak,
Yada bilmediğin...
Aklıevvel zamanlarda seviştiğimiz o gecekonduya benziyor.
Hani duvarlarında Che'nin olduğu
Kapısı yok,
Sanki kayalıkların üstünde şahin yuvası
Ne farkı var şu baktığımız duvarların
Yoksulluğumuz,
Aslında bizim olmayan ama tercihen ortak olduğumuz!
Ben bıraktığın yerdeyim hala
Uslanmadı düşlerim!
Yumurta ve ekmek,
Birde makarna.
Yediğin hangi yemek daha leziz!
İçtiğin hangi sigara daha keyifli!
Geçti!
Önce günler
Sonra aylar
Ve seneler
Seneler sırtımızda bir esrikliğin kamburu
Unuttuk (mu) o ilk dokunuşu?
Acemi ve tedirgin
Şimdi dokunsam;
Ellerim,
Ellerim bir eksik hikaye!
Yarım yaşanmış ve ne zaman biteceğini kimsenin bilmediği,
Dudaklarım kile bulanmış, şiir kirli!
Artık yazmak istemiyorum bildik imgeleri
Adam! Olmaz belli ki benden
Kim bilir şair belki!
Haydi, yeni sözcükler öğret bana
Bir sevişmek başlasın!
Sen kadın ol tepeden tırnağa
Ben tepeden tırnağa erkek!
Hırçınım,
Sensiz tükettiğim her an sızım,
Sızıma soluk ol
Tenime can!
Bir sevişmek başlasın şiirime kan olan!
Kokundan yeni imgeler üreteyim kadın
Sesinden yeni şarkılar
Yazdığım ve okumadığın!
Aslında kimsenin okumadığı...
Birikmiş
Birikmiş
Birikmiş...
İçimde intiharlarla dans ederken aşk
Bu kadar özlem nerede birikmiş!
Herkesten sakladığım ismin
Düşümde büyüttüğüm yüzün mağlup!
Yaşlandım,
sahi kaç yaşındaydım kadın!
Kaç soluk evveldi
Kaç şiir önce...
Elimin yazıya yeni değdiği günlerde
çocuktum
bir tek seni yazmıştım!

Gece siyah, Şarap kırmızı, Kanım karanlık!

Git içimden kadın…
Nereye ve nasıl gittiğin hiç önemli değil!
Kanıyorum,
Gitmezsen eğer öleceğim!...
Bildiğin ben,
Bir şey kalmadı geriye bildiğinden!
Bir başka kente taşın benim içimden…
Bir ülke yazayım sana orada yaşa!
Git içimden kadın
Şiirini yazmaktan yoruldum,
Uğrak bir kederde soluklanmaktan
Ve sadece kendimle konuşmaktan,
Kendime sorular doğurmaktan yoruldum…
Ama niye?
Ama neden?
Gittiğin yolları bırakıp arkanda
Beni o yollarda bırakıp
Şehrini tasmasız üstüme saldın…
Kanadığım ve kandığım sözcüklerin cabası!
Git içimden kadın
Korkularımı kaybetmekten korkuyorum
Ve seni en çok…
En çok seni özlüyorum!
Şimdi bir vuruşluk gam ve hep hicaz!
Ah bu şarkılar
En çok seni söylüyor!
Caddeye ışık düştü…
Benim yüreğime karanlık!
Kimse görmüyor cehennemimi
Kimse anlamıyor beni!
Büyürken her gün bir ölüme
Hayat nasılda küçülüyor!
Gece siyah,
Şarap kırmızı,
Kanım karanlık!
Fecre daha çok var
Bitişime beş kaldı!

kelamı birlikte okur, birlikte yazarız bütün ayrılıkları!

yağmurları öldürdüler, kentlerin gri boğumunda
dokunduğumuz ten,kokladığımız çiçek karanlık...
el verdik,gönül verdik
göğsümüzde kör bir bıçak yarası,biz en çok o kapıda kanadık...
unuttuk mektup beklemeyi, hafta içi günleri saymayı unuttuk!
kestiğimiz saçımıza bit düştü, özlemin yüzüne utanç!
değeri yok artık kendimizden ne kadar verdiğimizin!
tutunduğumuz günlere hasret,şimdi biz bir sabrı büyütüyoruz
kelamı birlikte okuyor, birlikte yazıyoruz bütün ayrılıkları!
okuyana dokunmasada sözümüz, sözümüze aşk içerliyor!

Gittiğinle kalmıyor hiçbirşey

1
Bir şiire nereden başlanır?
Ve en çok hangi imge anlatır kaybettiklerini...
Hangi kâğıtlara sığar ki bir aşkın matemi…
2
Mevsimini bile hatırlamıyorum,
Hatırlamıyorum gününü saatini
Yenildim ve aşkta da tarihi kazanan yazıyor!
İsmini bir çiçekten almıştı,
Rengini kendi beğenmiş!
Kandığım bir rüya!
Rüyamda her mevsim çiçek!
Olurları ve olmazları
Yalanları ve yanlışları
Ama en çok kendini
Kendini sına gerçekle!
3
Yürüdüğüm yollar yolar uzarken önümde
Gitsem nereye?
Kalsam neden?
Sorular sonu gelmeyen
Sıkıldım sorulardan
Soruları soranlardan!
En çokta susarken, ölüme susadığımı hissettim.
Doğum günüme 3 kala
Şimdi kim ne söylese bu buhranın üzerine
Bil ki benim soluğumu kesecek
Saklı tut sözünü
Ya da boş ver her şeyi
Ve boş vermeyi bana da öğret
Sonra şu kahrolası duyarlılığımı alsın birileri…
Acıyan günlerin gerisinde kalsın her şey
4
Kim ne derse desin
Sen unutma nerede ne söylediğimi…
Sen unutursan sözüm kanar!
Cemre zemheri ile geldi
Bak bütün çiçekler zehirli!
Koklasam ölüm kokacağım
Dokunduğum her şey ölecek!
Koklamasam bir ömür hep bir yanım eksik!
5
Bozgun bu!
Gül ve kül karıştı birbirine…
Su ve ateş kardeş!
Tutup şimdi şiirimin elinden
Bir kez daha
Bir kez daha
Sırtına korunaklar kurmalıyım o dağın
6
Eksiktim.
Kuşların balkonumdan beslendiği o mevsimde…
Doyurduğum kuşlar kadar çoğalmak ve çoğaldıkça başka bir ben yaratmak.
Bir çiçeğe verdim gönlümü…
Artık ismi bana yasak !
Kokmaz, ama dört mevsim açar,
O açtıkça ben zemheriye tutsak!
Kuşların balkonumdan beslendiği o mevsimde
Kar örttü de her şeyi
Benim içimde kocaman bir boşluk!
Doldur dedim kendini benimle
Beni kendinle doldur
Bir cigara sardım ucu sana dokunan
7
Düş bu !
Bilmenin otoriteye ve devlete yenildiği
Yasağın inkarla tartıldığı günlerde,
Yasak bir dilde söyledim türkülerimi
Ve önce Kürtçe..
Kürtçe söyledim seni ne kadar sevdiğimi
Düşle özgür tuttum aklımı…
Paranın her şeye muktedir olduğu şu rezil günlerde
Ölüme ve paraya taparken birileri
Barışa taptım!
Bir ülke kurdum kendime
Bir uçtan bir uca aşkın renginde…
Kimliksiz ve bin dilli!
Bir ülke kurdum kendime
Kasığında saatlerimi,
Dudaklarında ömrümü üleşeceğim!
Korkmadan sevişeceğim!
8
zul olmaktan vazgeçtim!
Tedirginliğimi rehin bırakıp güle
Güne vurdum ömrümü
Akşamı seninle doldurdum
Yaşınla başladı her şey…
Yaşına dokundum, gerçekti!
Gerçekti sözcüklerin, sen gerçektin…
Bildiğim ve öğreneceğim ne varsa
ve dudağıma kardeş olan sigara, gerçekti!
Sen gerçektin
Senden geçen bütün sokaklar,
Sana aralanan bütün kapılar gerçekti!
9
Varlığımla yokluğumu iliştirip bir şiirin ucuna
Mahcup bir merhaba…
Merhaba aşka!
Varım yoğum ne varsa
Ne varsa insandan yana
Ne varsa aşka hasret!
Senin ve seninle olsun diye
Eskittiklerimi atıp bir yana
Yepyeni bir coşkuyla
Coşkuyla söyledim meramımı
Dinledin ve anladın
10
Dokunmak bir ibadetti…
Annemin çocukluğumu yıkadığı
Sarnıç gibi temiz…
Yahut Sevdiğim bir uzunçalar,
Kısa ve leziz
Anlamı ve aşkı harmanlayıp
Doyuma dokunduğumuz günler
En çokta geniş omuzlarında güzel dururdu dudaklarım.
En çok ta beraber tükettiğimiz geceler de
11
Geceler dedim de,
Ben kendimi tüketiyorum şimdi o gecelerde…
Dönüp dönüp geriye
Geride kalmasın diye hiçbir şey
Sırtıma yük alıyorum ikimiz kokan saatleri…
Ayrıntıların örselediği bir çıkıntıyım
Her dakika biraz daha ezilen ve ölen.
Genişliğine sığınıyorum şiirin
Yoksa dilimde her şey küfür!
Oysa hepi topu sözcüklerden bir dünya
12
Şimdi sen gittin!
Gittiğinle kalmıyor hiçbir şey,
Çoğaldıkça hoyratlaşan bir yalnızlık boğazlıyor beni…
Ölmek hafif kalıyor böylesi yaşamaktan
Renklerin sarardığı, günlerin karardığı lahzada
Sorularım yalnızlığımla büyüyor…
Şimdi sen gittin!
Doğum günüme 3 kala
Önümde ömrümün en ağır bilançosu;
Ben
Sen
Şiir
Akşam
Bir yudum güzellikti hepsi
İçtik bitti!

albenisi yüksek bir yosma, ıslak kaldırımlarında kasıklarımın

l
Sonra gerillalar inerdi düze..
beklenmedik bir fırtına başlardı...
bir ya da birkaç ölüm!
siyah beyaz filmlerden kalma bir trüktü sanki
seyrederdiniz...
bir kalem bir kağıdı önemsiz ve özensiz bir hoyratlıkla karalarken, katılmadığınız yerlerin altını çiziyordu da sanki siz onay veriyordunuz!
ll
sonra sokaktan askeri konvoylar geçer,
ocağımıza ince bir sızı düşerdi.
düşerdi bitecek dediğimiz ama hiç bitmeyen karanlığın rengiyle...
eylülde en çok
en çok çocuklar kanardı.
yaşamak biraz sancılı böylesi zamanlarda
ne doğuracağı belli olmayan bir yalnızlık...
ne zaman bir yalnızlık büyütsem şuramda
babam mahpus olur, çocukluğum öksüz kalır
lll
sonra aşk, albenisi yüksek bir yosma,
ıslak kaldırımlarında kasıklarımın.
ağzında çiğnediği ayrılığı şişirirdi...
ah tenimin sol yanı,
sen nasıl sahipsizsin şimdi böyle...
nasıl herkese uzak...
adına şiirler yazdığını unut,
şimdilerde yalnızlığın,
şimdilerde kanın,
yalnızlık kanınla temize çekiyor herşeyi
ve sen bildiğin ölümlüsün, herkes gibi sırasını bekleyen

Bir kez daha kokmak için onun teninden

Burada mevsim ilkbahar…
Gül açmasa da kırmızı,
gövdesinde yeşil filizler patladı…
Penceremin önünde bir bülbül…
Bülbül ki güle âşık…
Ahu zar eder gülün aşkından…
Bir kış beklemiştir gülün kırgın gövdesinde yeşil bir dal filizlensin diye…
O küçücük bedeni ile nice zemheriler atlatmış!
Bir kez daha konmak için gülün yeşil gövdesine,
Bir kez daha kokmak için onun teninden,
Ömründen vermiş kışa, ama ölmemiş!
İnsanın gülü görmediği zamanlarda bile bülbülün gözü gülden başka bir şey görmemiş…
Rivayet odur ki
Göğün yerle yeksan olduğu zamanlarda,
Gül kuru bir daldan ibaretmiş…
Bülbül sesi ile açtırmış o nu
Açan gonca beyazmış
Âdemoğlu beğenmeyince rengini, gülün dikenine saplamış bedenini bülbül ve kırmızı gülü var etmiş!
Gül rengini bülbülün kanından almış...
Şimdi bir kuru gövde de
Yeşil bir yaprağa tutunmuş bülbül ve dert ile söylüyor türküsünü…
Ah bülbül!
Senin türkülerini söylediğin gül, başka burunlara kokacak…
Ve senin gülün dibindeki cansız bedenin işgüzar kedinin akşam yemeği olacak!

bir pusu kurarım kalbime her gece

bir pusu kurarım kalbime her gece
annemin dilinde türküler,
aynı dağın çocuğuyuz,
yamacında genç ölümler büyüten...

bir pusu kurarım kalbime her gece
sen öyle söyledikçe türkünü
içimde sebepsiz bir titreme,
tükürdüğüm küfrümden
incelikler büyüttün...

Bir pusu kurarım kalbime her gece
incinmiş toprağımız
suyumuz kekre akar...
ekmeğimizde kan kokusu!
güzel günleri bıraktık geride

Bir pusu kurarım kalbime her gece
gecemde kurşun yanığı
düşünde barut kokusu
kirwe bilmezlikten gelme,
aşk bir bilinmeze eş şimdilerde

sen aşka yenildin adam!

yenmek ve yenilmek midir hayat...
yetmek ve yetişmek!
yendiğimi de, yenildiğimi de söyleyebilecek kadar mert,
acımı gösterebilecek kadar insanım!
zayıfmıyım?
sanırım zayıfım...
acımı yüzüme baktığınızda yüzümde görebiliyorsunuz ve ağzınızdan ilk çıkan söz ;
gözlerine ne olmuş, sen ne kadar zayıflamışsın böyle oluyor!
dert insanın mayası olmaya görsün...
kanadı kırık kuşun, yuvası çiğnenen karıncanın ve biz daha motorlarımızı süremeden siyaha dönen mavilerin kederini duyuyorsan içinde, elbette çok yenilirsin!
aşkla kutsarken sevdiğin herşeyi, "dölün pası ile kirleniyorsa sevgi" ve gözünün içine baka baka taptığın aşkı iğfal ediyorsa birileri! elbette çok yenilirsin!
yenilmek bazen isminin diğer karşılığı da olabilir.
yani sana adınla seslenmeyebilirler artık!
seni sevmeyenler, ne kadar biçare olduğunu anlatabilir!
bak ne kadar da zavallıymış diye afişe de edilebilirsin!
varsın ne derlerse desinler!
sen aşka yenildin adam!
eğmediğin başın, hayatın özü olarak gördüğün aşkın karşısında varsın eğilsin!
şimdi senin mağlup gövden başı dumanlı dağlar gibi vakur! şimdi senin yenildiğin şehirler, bozuk para kadar değersiz...
yüklediğin anlamları geri çekersen eğer geriye kalan objedir herşey!
yüklediğin anlamları geriye çekersen eğer geriye kalan ağusudur dokunduğun bedenin...
erkek bu dünya!
sen bu dünyaya fazla incesin!
erkek bu dünya!
düşlerini iğfal edecek ve göğüne içindeki irini boşalacak kadar!
yenildim!
dost bilsin!
düşman duysun!
yenildim,
ekmek ve su kazandı!
aşk karın doyurmuyor yine!
ve siz sevmeyenlerim
acımı görmek isteyenler, acımı görüp sevinecek olanlar yenildim!
öyle değerli ki mağlubiyetlerim onları dökmeyeceğim çöplüğünüze!
aşkın karın doyuracağı günler için dövüşmeye devam ediyorum çünkü!

Sarhoş meleklerin sakiliğimi yaptığı bir gecede...

l
Cinayete kardeşim!
Kardeşim, bahçemde büyüttüğüm ölümlere!
Sarhoş meleklerin sakiliğimi yaptığı o gecede…
O gecede yaşandı her şey!
Dokundum!
Ellerim sustu önce..
Önce şiir!
Önce şarkı!
Önce sen!
Sonra yoktu o gece, o gece her şey önce!
Dokundum! Yıldız düştü içime!
Başka şehirlerde belki bahardı,
Üşüyordu, seninle örttüm üstünü!
Bir susmak kudurdu o saatte,
İçimde, ırmakların gürültüsü,
Sana geliyordum inceliğimle!
ll
Dağlar büyüyor gönlümde
Her hücremde hazzın kokusu,
Ne kadar da kadınsın
Ve ben ne kadar da erkeğim böyle!
Nasıl da acımasızsın
Bir başka çiçeğe öykünüyorsun!
Dalından koparılmış, vatansız bir güle…
Kanıyorsun!
Kırmızı!
lll
Sarhoş meleklerin sakiliğimi yaptığı bir gecede…
Kanımla sarhoş olacağım
Dilimde küfrün küf kokusu
Kile batık bütün şiirler…
Beni bekliyor Mayakovski
Yasenin kurmuş masamı
Son nefesimi güzelleyecek edebiyat
Önce sen can vereceksin içimde
Önce ben kendimi öldüreceğim!
Sonra yok bu gece, bu gece her şey önce!

Daha kaç ömür lazım, daha kaç şiir!

Şimdi dönsem seneler öncesine
O tramvay durağında bulsam kendimi...
Değişe değişe, değiştikçe bir parçamı öğüterek…
Bilsem geleceğimi bugüne…

Takvimlerden gün eksildikçe
Değişir insan,
Mevsimler değişir,
Anlamların ter koktuğu o günler…
Ve şeyler…
Artık saklanamaz hiçbir şey! şeylerin gerisine…
Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bir safsatadır!
Değişimde değişir!
Ve metaforlarla giydirilir şiirler…
Artık portakal çiçeği kokan düşler kurmuyorum…
Işıklarını seyrettiğim o İstanbul büyük gelmiyor bana…
Ya da ben İstanbul’a şiir yazacak kadar büyüdüm şimdilerde…
Şiir de değişir!
Haydi, bana bir yalan söyle!
İnandığım doğrum olsun şu günlerde!
Haydi, bana bir yalan söyle…
Yenileceğimizi ve yeniden yenileneceğimizi anlat…
Göğsümde taşıyacağım ve baktıkça başa döneceğim bir yalan!
Daha kaç ömür lazım, daha kaç şiir!
Değişim bile değişirken benim değişmeyeceğim günlere…

Haydi, bana bir çay doldur ellerinle…

l
Eksildim…
Eskidim biraz…
Kalabalık bir yalnızlık açtı önümde…
Unutup o ipeksi dokunuşları, o öpüşleri unutup,
Öptüm acımı kanayan dudaklarından…
Bir dehliz buldum kendime, karası geceden öte…
Bir dehliz hiç deniz görmemiş…
Mavi nedir bilmez…
Her şiirin başı olur ya yok bu şiirin başı…
Sonundan başlıyor incelmeye, inceldikçe incitmeye…
Ne sen kalacaksın bu gece ne de ben…
İkimizde misafiriz bu izbede…
Önce ben gideceğim, sonra sesim…
Şarkılar susacak, şiir öldürecek kendisini…

ll
Haydi, bana bir çay doldur ellerinle…
Bakmayacağım ellerine
Ağzımla teşekkür edip öpmeyeceğim bileklerinden…
Haydi, bana bir çay doldur ellerinle…
Senden ve benden bahsetmeyeceğim bu gece…
Bu gece sana uzaktan da uzak o yerde bize benzeyen insanların yaşadıklarını anlatacağım.
Tarihsel haklılığımızdan ve ne kadar bilimsel olduğumuzdan dem vuracağım…
Bakmayacağım gözlerine…
Gözlerinde ne büyütüyorsan sende kalacak…
Haydi bana bir çay doldur ellerinle,
Sende kalacak anlatacağım ne varsa, istesen de! istemesen de!
Mağlubum, usanmadım yenilmekten…
Üstelik kazananı sende değilsin bu kaosun…
Kime yenildim kadın!
ve neden Unuttuğum bir takvimde…
Haydi, bana bir çay doldur ellerinle…
Bakmayacağım ellerine,
Ağzımla teşekkür edip öpmeyeceğim bileklerinden…

Bu Fotoğrafa iyi bakın!


Şimdi şöyle bir bakıyorum da geçmişe…
Ne kadar doğru yaşamışım hayatımı, ne kadar güzel ve anlamlı…
Güzellik göreceli tabi…
17 yaşında devletin şefkati ile evrak dolapları arasına kurulan Filistin askısında tanışan…
17’sinde cezaevine giren ve orada annesini özleyen…
Yaşadığı travmanın etkisiyle uzunca bir süre uykularından sıçrayarak uyanan ve gördüğü kâbusun etkisi ile ertesi günü tedirgin yaşayan…
Korkan ama korkularına rağmen inandığı düşü görmeye devam eden…
Yaşından ve yaşadıklarından büyük düşleri olan…
Haklı olduğuna inanan ve haklı olduğu için doğrularından taviz vermeyen ve bildiklerinin namusuna sahip çıkan…
Bir düşün peşinde, gerçeğin soluğunu büyüten ve toplumsal bir kurtuluş için kendi geleceğinden vazgeçen bir ömür…
Fazla gelir birçoğunuza…
Ne kendiniz için istersiniz, ne de her şeyden sakındığınız, üzerine titrediğiniz çocuklarınız için.
Birçoğunuz sahip olduklarınızdan vermemek için uzağında durursunuz böylesi bir ömrün!
Uzak durursunuz ve bir kere bile yan yana gelmediğiniz, aynı masaya oturmadığınız, sözcüklerini bilmediğiniz bana ve benim gibi düşünenlere küfredersiniz.
Birçoğunuz bunları yaşayanların varlığından bile haberdar değilsinizdir…
Bu yaşanılanları öğrendiğinizde dehşetli bir şaşkınlık yaşarsınız ve o haliniz bana, dünyası “oooouuu” “yeeee” gibi anlamsız iki şaşırma ünlemi arasına sıkışmış Amerikalıları hatırlatır.
İnsanca konutlarda barınabilmeniz ve insan gibi beslenebilmeniz için, eşit parasız sağlık hizmeti, eşit parasız anadilde ve bilimsel bir eğitim görebilmeniz için mücadele eden sosyalistlerden birisiyim.
İnsanın insanı sömürmediği, herkesten yeteneğine göre alınıp herkese ihtiyacı kadar verilen bir dünya için mücadele eden sosyalistlerden birisiyim.
Kapatın gözlerinizi ve bir dünya düşleyin...
Çocuklarımızın sevda ve ayrılık kederi dışında hiçbir keder duymadıkları yaşanılası bir dünya!
Böylesi bir dünyayı kim istemez?
Böylesi bir dünyayı bu bezirgân saltanatının sahibi olanlar istemez.
Böylesi bir dünyayı kâr hırsı ile daha fazla kazanmak için insan hayatını hiçe sayan Tuzla Tersaneleri’nin sahibi olanlar istemez…
Böylesi bir dünyayı insanları topraklarında karın tokluğuna çalıştıran büyük toprak sahipleri istemez.
İnsanların yaşamsal ihtiyaçlarına cevap vermek yerine onların yoksunluklarını ve yoksulluklarını derinleştirerek onlara bu dünyada cehennemi yaşatanlar istemez!
Bu fotoğrafa iyi bakın!

İyi bakın bu fotoğrafa!
Devletin bekası adına dünyası cehenneme çevrilenlerden birisi… C.E!
İşkencenin ve demokrasi ayıbının yüzünde bir tokat gibi patladığı bu gözlerin sahibi 15 yaşında…
22 Mart günü Newroz bayramını kutlamak için katıldığı gösteride gözaltına alındı.
İncecik bedeni ile sokak ortasında tanıştı devletin şefkatli elleri ile…
Aldığı maaşın hakkını veren! bir polis memuru tarafından kameraların önünde, kolu kırılırcasına sırtına doğru büküldü.
C.E.’nin avukatlarına anlattıklarına göre Polis merkezindeki meslektaşları da onu kameraların önünde döven polis memurundan aşağı kalmamışlar.
Yüzündeki acıyı unutamam… Çocuk yaşımda, İsrail askerlerinin kolunu kırdığı o Filistinliyi unutamadığım gibi.
İster istemez soruyorum kendime benim o Filistinliyi unutmadığım gibi, şimdi C.E.’yi unutmayan çocukları mı olacak bu ülkenin?
C.E.’nin kahverengi gözlerindeki yaşlar insanlığın boynundaki utanç kolyesidir…
Gözlerindeki yaş yaşadığı acıyı anlatmıyor sadece, suskunluğunuzun utancını vuruyor suratlarınıza…
İyi bakın o fotoğrafa, orada kolu kırılmaya çalışılan yarınlarımızın bir parçasıdır.
15 yaşında C.E., ve vatan bölüyor o yaşında…
17 yaşımdaydım vatan bölmeye çalıştığım için evrak dolaplarının arasına kurulan Filistin askısıyla tanıştığımda…
C.E vatan bölmeye çalışıyor…
Eğer gücü yeterse buna ve 15 yaşının güzelliğiyle kurabilirse bir ülke, o ülkede yaşamak ve yaşlanmak isterim!
Bir gece vakti evimi uzun namlulu silahlarla basıp annemin ve babamın gözleri önünde gözaltına alındığımda 17 yaşımdaydım ve anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye çalışmaktan yargılandım.
12 Eylül sonrası ön hazırlık aşaması en uzun süren davanın (9 ay) çıktığım ilk duruşmasında tahliye edildim!
Vatan hıyardı sanki ve yaşları 15 ile 19 arası değişen 11 çocuk onu ortadan ikiye bölecek diye korkuyordu bu ülkenin idarecileri…
Bu yüzden 11 çocuk 9 ay cezaevinde yattılar.
Polis merkezinde gördüğümüz işkence, cezaevinde tanık olduğumuz 96 ölüm oruçları…
Gözümüzün önünde ölen ağabeylerimiz…
Ve belleklerimizde açılan o onulmaz yaralar…
Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmaktan yargılandım… Ne ben ne de cürümlerim bir tek tabancaya bile sahip değilken, bunu nasıl becerebileceğimiz, yanıtını hala bulamadığım bir sorudur.
Hayat başka bir soruyu dikti 3 gün evvel karşıma…
15 yaşında bir çocuk nasıl bölebilir bu ülkeyi?
İyi bakın o fotoğrafa…
O fotoğrafta siz neyi görüyorsunuz bilemiyorum…
Ben onun kahverengi gözlerinde, kendi çocukluğumu ve pırıl pırıl düşlerimi görüyorum.
Nasıl ki ben o yaşımda anayasal düzeni yıkacak ve yerine yenisini koyacak aklî olgunluğa sahip değilsem o da bu ülkeyi bölebilecek ve yeni bir ülke kurabilecek bir olgunluğa sahip değil!
C.E. 15’inde.
15’inde oyun oynamak istiyordur bence…
15’inde şimdi cezaevinde!
Geri dönsem 15’ime bugün olduğum yerde olmak isterim yine, yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık getirmiyorum!
“Ey devlet ey tanrı o-kulun yok artık senin”
Kolu bükülen insanlığımız için, 15 yaşının içtenliği ve tarihin bilgeliği ile gözyaşlarını döken bu çocuk hepimizin yarınları…
Kuşkusuz söyleyecek çok şey var o güzel bir çift göz üzerine ama ben daha fazla uzatmayacağım ve Taraf gazetesinin manşetine taşıdığı soru ile bitireceğim yazımı:
Bu çocuk dağa mı çıksın?

biraz daha ve daha derinden sarsılarak, işit içimdekinin sesini!

l
kirlendim işte
sizden ne eksik ne fazla
ben söyledikçe siz seyrettiniz
siz seyrettikçe ben söyledim!
anlamsızmıydım,
beni anlamadınız!
imansızdım
inanmadım tanrıya
ama aşka ...
en çok ahir zamanlarda...
en çok yalnız kaldığımda...
Öpsem lâl olur içimde bir karanlık nokta,
senin dudakların ışığa kardeş...
ışığına kapattım gözlerimi!
ll
gözümün ucunda kırılmış bir gül dalı,
gözümün ucunda devlet üniformalı cinayetler
toplumsal bir cinnet büyütüyorum...
yakabilirim bütün fabrikaları,
sarayları köşkleri ve hiç oturmadığım sofraları!
aç kalmasın diye kimse
kimse açıkta kalmasın diye
bezdiğimiz ve altında ezildiğimiz yoksunluğu
yoksulların kalemiyle yazıyorum...
lll
gözümün ucunda edip cansever
bir mahpus tahliyesi şimdi şiir!
vapurlara şiir yazıyorum...
Martıların kanadında şehir,
denizin köpüğünde gam!
Maviyi unutup, unutup kırmızıyı
sularda yunuyorum yüzümü
biraz daha ve daha derinden sarsılarak
işit içimdekinin sesini!
sana sesleniyorum!
kavuşmak gözlerinin renginde bir yalan
esrik bir dokunuşun kokusu bu duyduğun!
uzak iklimlerden gelen
bu duyduğun bir veda conçertosu,
senin bestelediğin!

De ki, aldandın renklerin en güzeline…

De ki aldandın renklerin en güzeline…
Işıkları hiç kapanmayacak sandın!
Ve mavi hep mavi!
De ki annenin dilinde bir ezgi dağladı ciğerini.
İçtiğin çay acı geldi, sigaran zehir zıkkım…
Kül basıp üstüne yaralarının; acını deştikçe büyüttün.
Büyüttün acını ve acın büyüdükçe sen küçüldün!
sen küçüldükçe büyüdü soruların!
Allahsız bir sanrı abandı şakaklarına
Belki unutursun diye bildiklerini
Unutur ve her şeye yeniden başlarsın diye
İsmini unuttun unutuş ırmağının!
Şimdi her şeye yeni baştan
Yeni baştan ve yalnız!
Yalnızsın, yaşlı bir köpek kadar!
Arama kendine başka şehirler,
Gitmek bir intihara eşken bütün kitaplarda
Gittiğin yerlerde bildiğinin bir benzeridir
Ve senin sandığın ne varsa hiç senin olmamıştır aslında…

Ne zaman bir ölüm düşlesem kendime, o uzak şehirlerde ağlar öylece

Dudağımın kıyısından kan, bileklerimden hayat sızacak birazdan…
Birazdan bildiğim her şeyi ve bildiklerimle beraber belleğimi ateşe vereceğim…
Üzülme!
Yeni başlangıçların eski başlayanı olmaktan yoruldum sadece…
Yoruldum eşelenen düşlerimin suratımda büründüğü yorgun siluetten.
Kaçıncı ölmem bu?
Kaçıncı dirilmem?
Yüreğine yazdıklarımın bir kopyasını daha sonra hatırlayamayacağım bir yere saklayacağım. Yüreğine yazdıklarımı belki de bir bulvar köşesinde ya da kuytu bir meyhane de ölü bulacaklar…
Sana dokunmaya çalıştıkça arada ki mesafenin uzaması ve uzadıkça derin bir yalnızlığın başıma musallat olması…
Kekeme ve geveze.
Yokluğun bu gece çok geveze…
Nereye çevirsem yüzümü senden bir parça var…
Dokunduğun klavye, oturduğun sandalye…
Nereye dönsem yüzümü gözünün değdiği bir kare…
Ve sesin dolanıyor barındığım bu izbede.
Konuşmak istiyorum kendimle,
dilim küfre değiyor her sözcükte…
Oysa edepsiz değilim ben, ama şimdilerde içimde ki her şey yabancı kendime…
Bir intihar kuruyorum kendime…
Renksiz refilsiz bir intihar… anneme bir şey söyleme!
Ne zaman bir ölüm düşlesem kendime, o uzak şehirlerde ağlar öylece…
Gitmemi istiyorsun biliyorum…
Gitmemi ve bir daha dönmeme mi istiyorsun…
Sana söylemiştim, sözcüklerimin sende sıradanlaşması korkutuyor beni…
Bildiğin budalayım işte…
Aşkın ve şiirin gücüne inanan ve hep yanılan!
Yanıldıkça yanan yanarken kereme öykünen bir küçük budala…
O kadar büyüdün ki içimde içim de başka bir şeye yer kalmadı işte…
Seyret ve kederlen bir süre… bir süre sonra oda bitecek içinde …
Cümlelerinde başka anlamlar aramaktan yoruldum…
Bana herkes gibi bakan gözlerine bakmaktan, unuttuğun zamanlardan yoruldum…
Yalansız ve hilesizdi her şey…
İçimde ki sen o kadar büyük ki artık bana bile yer yok içimde…
Gitmemi istiyorsun biliyorum…
Gitmemi ve bir daha dönmeme mi istiyorsun…
Gidiyorum…
Kendimden,
senden,
Şiirlerimi yazdığım yüreğinden,
O çok inandığım düşlerimden ve şehrinden…
Gidiyorum hoşça kal bile demeden!

Sivas'tan Gazi'ye kardeşliğimizdi ateşe verilip kurşunlanan

Senelerce evveldi…
Prometheus tanrılardan ateşi çaldığı için pişmandı belki, belki de utanıyordu.
Sivas’a ateş düşmüştü.
Sivas’a ateş düşmüştü ve 33 insan güzeli ateşin narında semaha durmuştu…
Sivas’a ateş düşmüştü ve orada alev alan türkülerin kokusu sarmıştı ülkenin üzerini.
Orada ateşe verilen halklarımızın kardeşliğiydi.
Çocukluğunu daha yeni terk eden, bıyıkları daha yeni terleyen ve herkesin yaka silktiği bıçkın, kavgacı mahalle delikanlılarıydık.
Kimimiz alevi kimimiz Kürt.
Ailelerimiz devrimciydi -devletten çok çektikleri için olsa gerek-, yıllarca devrimcilerden sakındıkları, sakladıkları bizler ise lümpen!
Sivas’a ateş düşmüştü.
Ertesi günü müydü daha ertesi mi hatırlamıyorum…
Hatırımda olan o günün hayatımda bir ilk ve bir dönüm noktası olduğu…
İnsanların ateşe verildiği bir dünyada, insandan yana gösterdiğim ilk tepki…
Toplumsal bir varoluşun ilk adımıydı o görkemli uğurlama töreni.
Sivas’ta insanların ateşe verildiği o katliam ben ve benim gibi birçok gencin usuna düşen ilk kıvılcımdı.
Kıvılcımı harlayacak ve aklımı özgürleştirecek rüzgârı arıyordum kendime ve seninle kesişti yollarımız.
Soluğu rüzgârım, canım ablam, güzel yoldaşım!
15 sene oldu.
Dile ne kadar kolay geliyor değil mi?
O zamanlar 16 yaşında olan ben bu coğrafyanın ortalaması ile orta yaşı bulmuş bir adamım şimdilerde..
Senden sonra da soluk aldım, ekmek yedim, aşık oldum, sevindim, üzüldüm.
Dövüştüm aydınlık bir dünya için ve hala dövüşmekteyim.
Hala unutkan bir adamım, çok şeyi unuttum senden sonra… Ama ne seni ne de senden sonra yitirdiklerimi bir an olsun unutmadım…
Daha dün gibi o bekar odasına sabahın erken saatlerinde, yüzünde kocaman bir tebessüm ve sıcak ekmekle girdiğin gün…
Demlediğin çay, beraber yaptığımız o kahvaltı.
Sonrasında uzayıp giden sohbetler ve illa senin o gülen gözlerin… ivediyetle anlattıkların ve içimizi ısıtan o sıcacık sözcüklerin.
Ve söylediğimiz türküler… İlla da kürdün gelini!
Öğrenemedim hâlâ Kürtçe nakaratını ve öğrenmiyorum inatla!
O zamanlar sen söylüyordun şimdi yüzü ve sesi sana benzeyen bizim çocuklar.
Ve şiirlerimiz… İlla da sevdadır!
İlk senden duyduğum o dizeleri bir kutsal emanet gibi taşıyorum içimde.
Canım ablam, güzel yoldaşım!
“Göğü kucaklayıp getirdim sana”
Buradayım işte sözümün arkasında. Bir gün mutlaka, göğü kucaklayıp getireceğiz sana…
Sivas’ta halklarımızın kardeşliğini ateşe veren bakışında ölümün karanlığını taşıyan katiller Gazi’de Cemevini ve Alevilerin gittiği kahvehaneleri taramışlardı o gece…
Haberi aldığımda mahalle dışındaydım.
Bir arada olduğum arkadaşlarımla beraber gittik Gazi’ye…
Barikatlar kurulmuştu… Barikatların arkasında katilleri isteyen, adalet isteyen binlerce yürek vardı.
Katilleri bulması gerekenler cinayete devlet resmiyetini de kattılar o gece…
O gece açılan ateş ile bir devrimciyi daha almışlardı aramızdan…
Binlerce yürektik pimi çekilmiş binlerce bomba…
Gün sabaha erdiğinde binlerin sayısı yüz binleri buldu. Yüz binlerin içersinde olduğunu biliyordum.
Yüz binlerceydik, katillerin karanlığına ortak olan ve cinayete devlet resmiyeti kazandıran karakola yürümek istedik. Bir kez daha ateş açtılar üzerimize…
Onlarca insanın öldüğü o ateş altında…
Dilim varmıyor söylemeye, buz kesiyor yüreğim, içimde bitmeyen bir öfke…
Onlarca insanın öldüğü o ateş altında, ölmeyen binlerce insandan biri olmak dokunur mu insana?
İnan ki dokunuyor abla.
O gün çıktık mahalleden, ışığı ve suyu olmayan bir barakada sabahladık…
Ertesi gün Gazi, mahallemizden insanlarla doluydu…
İsmini ve yüzünü hatırlamadığım biri “Zeynep’i vurmuşlar, Zeynep…” dedi
Sivas katliamının sonrasında tanıdığım seni bir başka katliamda Gazi katliamında yitirdim…
13 sene oldu… Fotoğraflardan teşhis edilen ama hâlâ elini kolunu sallayarak serbestçe dolaşan bir polisin hedef gözeten kurşunuyla durdu kalbin…
Soluğundan yoksun artık yaşlı dünyamız, o güzel gülüşünden, türkülerinden ve şiirlerinden yoksun.

Başka bir dünya için dövüşen koca bir adamım şimdi, üstelik görmeni ne çok isterdim, bıyıklarım gerçekten bıyığa benziyor şimdilerde. O genç çocuktan geriye kalan senli anılar ve beraber kurduğunuz o canım dünyanın hayalindeki ısrar…
Canım ablam,
Sen sonsuzluğa kanat vuralı, 13 sene oldu ne kadar kolay geliyor dile.
Bu bezirgan saltanatı değişsin diye düşenlere, senden önce gidenlere ve senden sonra gelenlere, bizden yana selam söyle!