Siz Hiç Hiç Oldunuz mu

Acının kınından çekildiği saatlerde,
İşte orada yanıyor Ortadoğu...
Alev alev her yer…
Çocuklar kopan kolların ve bacakların arasında büyüyor…
Ölüm yağıyor evlerin üzerine
Uçaklar çocukken el salladığımız uçaklar değiller artık
Uçaklar Auschwitz’e insan taşıyan trenler kadar çirkin.
İsrail Devlet Başkanı Moşe Katsav, 28 Ocak, 2005 tarihinde Auschwitz’te yapılan anma etkinliğinde
'burada kurbanların küllerinin üzerinde yürüyormuşçasına ürperiyorum, demişti... 60 yıl geçmişti üzerinden
Ve Moşe Katsav ''sanki hala ölenlerin sesini duyabilecek gibiyiz'' diyordu...
Acının kınından çekildiği saatlerde,
İşte orada yanıyor Ortadoğu...
Parçalanmış çocuk bedenlerinin fotoğrafları dolaşmakta, çağımızın modern çöplüğü internette…
Bakamadığımız, baktığımızda içimizin dağlandığı…
Bir yanım Filistin’de…
Küçük generallerin ellerindeki koca taşlar olmak ve dövmek istiyorum İsrail tanklarının gövdesini..
Bir yanım Felluce’de... Hiç girmediğim camileri görmek istiyorum...
Yalan söylediler bütün dünyanın gözlerinin önünde... nükleer dediler.. silah dediler.. Özgürlük götüreceğiz dediler...
Kan Ölüm ve işkence götürdüler... Kutularını açtılar, umut yoktu kutunun içinde...
Bilânço takip edilemez bir hal aldı... Orada ölüler rakamlardan ibaret artık... Günlük matematiksel bir olgu halini aldı...
Özgürlük götüreceğiz dedi oğul bush… Coşkuyla devrildi diktatörün heykelleri… Yıkılan heykellerin altında kaldı özgürlük...
Özgürlük oradaki çocuklar için sokakta bombaların patlamaması belki... Belki üniformalı birileri ile karşılaşmamak...
Özgürlük oradaki çocuklar için uzuvlarının eksik olmaması belki…
Belki… Özgürlük onlar için okula gitmek ve Uzak Asya’da yaşıtları olan çocukların yaptığı bir topun arkasından bir çift ayakla koşturabilmek…
Acının kınından çekildiği saatlerde,
İşte orada yanıyor Ortadoğu..
Şemsiye olmak geliyor içimden…
Ölüm yağıyor okulların hastanelerin üzerine ve insanlar ‘’hiç’’in kayıtsızlığı ile seyrediyorlar her şeyi.
Tarifle yemiyorum bu seyredişi. ‘’Karı-Koca’’ kavgası sanki… Kadının zayıf olduğunu, kaybedeceğini bilirsin ama karışmazsın yinede… Sana öğretmişlerdir çünkü ‘karı ile koca arasına yılan bile girmez diye’
İsrail boğazlıyor Filistin’i seyrediyor bütün dünya…
Kapitalizm günlük ifalarımızla yer bulurken hayatlarımızda…
Gündelik telaşemiz içerisinde neler yitip gidiyor içimizden. En son ne zaman özlediğimizi hissettik…
En son ne zaman dokunduk sokakta gördüğümüz O çocuğun kıvırcık saçlarına…
Oturup seyrettik mi oyunlarını, onlar gibi olmayı isteyerek…
İnsan ömrü ile senelerce evveldi…
Güneşin vakti ile mikroskobik bir zaman…
Ruanda bizden çok uzakta…
Buldozerlerin açtıkları çukurları siyah tenli insanlarla doldurdular…
Haber saatinde kahvede çay içmekteydik tüm sıradanlığımızla…
Duyarlılığımız… Bizim olan ve acıtan, acıtan, acıtan…
O an bir yaradır bedeninde Ruanda..
Ne Hutu’ sundur oysa nede Tutsi…
Anadolu’da herhangi bir çadırda doğan bir Türk ya da Kürt yahut Ermeni, Laz…
Anadolu’da doğmuşsundur ve beyazdır Anadolu.
Ruanda kara…
Dünyanın sürüklendiği yerden de kara…
Ve yeryüzünün mega süper gücü pişkince açıklar, ‘engelleyemedik soykırımı’
Yalan söylemenin de bir adabı var derdi babam…
Babamın öğrettiklerine benzemiyor dünya…
Bir aşkın güncesinde izdüşümüydü sözcüklerim…
Güzeldi…
İçtendi…
İnsandı…
Sonra yaz ortasında kar, fırtına…
‘bir aşkın kar yağışından geliyorum’
Sırtımda acılarım kucağımda umutlarım vardı…
‘‘Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, “bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.’’halklarımın yazgısı…
Abbas Hemani… Kurşunlanan bedeninde barut koktu düşlerimiz… Yanan bedeninde kardeşliğimiz tutuştu…
Coğrafyam insan eti koktu…
Abbas Hemani tanımadığım kardeşimdi, rüyalarımın ortağı… Gecenin en karanlık yerinde bana uzanan bir el şimdi…
Barışın eli…
O eli görenler çoğaldıkça değişecek halklarımızın yazgısı…
Yalvarıyor Yılmaz Erdoğan…
Durdurun diyor bu kanı…
Histerik çığlıklar içersinde militarizm yanlıları…
Ölüleri ve ölümleri kutsuyorlar…
Ölüleri ve ölümleri bile sınıflandırıyorlar…
Çokta bulamıyorum yazıda kendimi…
Sözlerin yuvarlak olanını sevmedim oldum olası…
Mülkiyet ne çok şeyi alıp götürüyor insandan…
O artık eski Yılmaz değil kaybedecek bir şeyleri var…
Ve kaybedeceklerine karşılık teslim olan sözcükleri… O yalnızca bir başkasının kendisini sevebilme ihtimalini seviyor… ve sevmiyor kaybetme ‘ihtimalini’…
Ama tutacak bir yerleri var yinede…
Yalvarıyor Yılmaz Erdoğan… Aczi yet içersinde…
Histerik bir çığlık dolanıyor semalarımda… ‘‘Böldürtmeyeceğiz’’
Ape Musa’nın sözcükleri geliyor aklıma.
‘‘Vatan hıyar ki biz onu bölek’’.
Histerik bir çığlık dolanıyor semalarımda…
Kulaklarımı kapıyorum ellerimle…
Kan geliyor kulaklarımdan…
Coğrafyanın öte tarafı fırtına boran…
Coğrafyanın öte tarafında her yer kırmızı
ekmeğin tadı kekremsi.. su acı…
Çocuklar bizim olan çocuklarımız tek göz odalarda büyüyorlar ve gecenin bir yarısı onlar için anlamı olmayan iniltilerle doluyor oda…
Anne ve baba farkına bile varmadan yaşıyorlar, yaşadıklarını…
En anlamlı dokunuşlar gereksiz bir şiirin içinde yitip giden o canım imgeye benziyor…
Coğrafyanın öte tarafı’nda aşk bile eksik ve saklı yaşanıyor…
Coğrafyanın öte tarafı mayınlarla döşeli…
Coğrafyanın öte tarafında Her an yanabilir eviniz.
Ya da bir sınır karakolunda bok dolu bir kaşık zorla dayanabilir ağzınıza…
İnsana dair hiçbir şey kalmamıştır o dakika itibari ile…
Ve yoktur soba borusundan ya da su bardağından bir farkınız… Eşyanın dünyasında yitip gidecek olan ‘’şey’’sinizdir artık…
Beyrut’a sızlayan yüreğim Amed’e de sızlıyor…
Beyrut’ta yanan ateş Amed’i de yakıyor…
Çocukları Beyrut’un kara gözlü ela gözlü, ne kadar da Amed'e benziyor…
Ve biz seyrettikçe o gözlerin altında insanlığımız eriyor…
Vazgeçmeler ustasıyım…
Herkes benim vazgeçtiğimi sanıyor...
Evet vazgeçiyorum hayatın bu halinden…
Değiştirmek gayreti var olandan vazgeçmek değil midir? Değiştirmek gayreti olanı yok etmek teşebbüsü değil midir? Yüksek sesle soruyorum bilen birileri söylesin bana vazgeçen ben miyim, vazgeçen biz miyiz gerçekten...
Tarih babasız bir çocuk gibi dururken karşımızda izleyelim mi sessiz ve kayıtsız bir bakışla…
Tarih yaralı bir ceylan gibi bakarken gözlerimize biz hiçleşelim mi?
Dibe vurup hiçleşeceğimiz ve her şeyi yeniden hiçten var edeceğimiz o güne çok var mı daha?
‘‘Siz gerçekten hiç ‘’hiç’’ oldunuz mu?’’

0 yorum: