Kuzine yok artık

bir şehirden geçerken arkasından sağnak bırakanlardanım...
üleşebilecek hiç bir şeyim yoksa yüreğimi üleştim...
onu sarıp sarmalayanı kadir bilenide gördüm, üzerine işeyenide...
çok yandım yanıldım lakin yaktıklarım ve yanılttıklarımda azımsanmayacak kadar çok...
anlattım yorulmadan usanmadan...
anlatılanları dinledim, anlamaya çalıştım...
herşeyden ve herkesten vazgeçmek istediğim zamanlar oldu...
bırak herşeyi ve herkesi kendimden bile vazgeçemedim!
ince bir yağmur düşüyor varoşun sokaklarına, pencereden seyrediyorum...
dudağının kıyısında buruk bir tebessümle geçmişi anımsıyorsa insan dünyanın geleceği çok aydınlık değildir demekki...
eskiden yağmur sonralarında ya mantar toplardık ya da killi toprağa çivi saplamaca oynardık...
mantar topladığımız ormanlık alanlara koca koca binaları diktiler...
çivi saplamaya toprak kalmadı!
artık yağmurun sonrasında duyumsayacağımız o eşssiz koku yok!
herkes daha bir usta olmak zorunda anlatımda...
yeni nesil çocuklar yağmur sonrası toprağın kokusundan bi haber büyüyecek yoksa...
sonbahar döküyor yapraklarını...
ağaçlar üstünde ki son parça yapraklardan kurtulup kışın kudretli kollarına hazırlıyorlar kendilerini...
çocuğunuz rahatça dolaşabilir evin içersinde...
kuzine yok artık!
sabah sobayı kim yakacak kavgası yok!
kuzine de pişecek olan patatesler, ayva tatlıları yok!
kış'ın sende ki karşılığı da aynı mı ?
hoşnutsuzluğumun kış'ı başlıyor
şimdi şiire sarıp üşüyen yüreğimi, sakiya camındaki esrarla meşgul olacağım bir müddet..
sonra susacağım...
ilişip karanlık bir odanın en kuytu köşesine seni özleyeceğim!

0 yorum: